Orta Asya’da doğan geleneksel Türk süsleme sanatlarından biri olan kakmacılık, Osmanlı döneminde altın çağını yaşadı. Altın, gümüş ve bakır plakalar üzerine eşsiz desen ve motiflerde sanat ürünlerinin ortaya çıkarıldığı kakmacılık, 19. yüzyılın yarısından sonra ise bir duraklama dönemine giriyor. Dünyada siyaset, iş, sanat çevreleri ve koleksiyonerler arasında büyük ilgi gören kakmacılık sanatı, Türkiye’de unutulmak üzere. İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana değişik milletlerin kendi kültürlerine özgü ürünleri çıkardığı kakmacılık sanatında Türkler, Orta Asya’dan başlayarak günümüze kadar sayısız başarılı örnekler verdi. Kakmacılık, altın, gümüş ve bakır gibi metal plakaları, esnemeyi önleyen özel bir karışım olan zift’e ısıl işlem ile yapıştırılarak; çok sayıda ve çeşitli şekillerde uçları olan çelik kalemlere, çekiçle binlerce defa vurularak metal levhanın yüzeyini kabartma desenlerle süsleme tekniğine deniyor. Kabartmalar; maden plakasına dıştan (yüzden) veya içten (tersten) veya hem dıştan hem de içten detayları işlemek suretiyle elde ediliyor. Maden işleme tekniklerinden biri olan kakmacılık tarihinin Orta Asya’ya kadar dayandığını eski Türk destanları ve son yıllarda yapılan arkeolojik kazılar ortaya çıkardı. Kaynaklar, maden işleme teknikleri konusunda ileri giden Türkler’in, bu bilgi ve becerilerini göçebelik, savaşlar ve ticaret yolları ile gittikleri diğer ülkelere de yaydıklarını gösteriyor. Kakmacılık sanatını Hindistan, İran ve bir çok doğu ülkesi de geçmişten bugüne kendi kültürlerine özgü desen ve motiflerle taşıdı. 8 ve 9. yüzyıllarda Türkler’in İslamiyet’i kabul etmesi, her alanda olduğu gibi maden sanatında da etkisini gösterdi. İslam sanatı soyuta dönük yüzeyle şartlı bir yapı çizerken, Türk sanatı motifleri, gerçekçi tabiata bağlı, gözlemleri doğru, figürleri ise üzerine konulduğu mekana göre biçimlendiren bir yapıya sahipti. Her iki sanatın karışımıyla, bitki, hayvan ve geometrik motifler, süsleme sanatının kural ve kanunlarına bağlı olarak yeni bir yapıda şekil bulmaya başladı. Bu anlayışın ilk örnekleri Selçuklu eserlerinde görülüyor. Ayrıca bu devirde Türk boylarında kullanılan tekniklere yeni buluşlar da eklenince sanat tarihimizin sürekli ve kusursuz eserleri ortaya çıktı. Bu devrin başlıca örnekleri arasında şamdanlar, ibrikler, buhurdanlar, havanlar, hayvan gövdeli fıskiyeler, davullar, tartılar, küçük tokalar, gümüş bilezik ve küpeler sayılabilir.
Kakmacılığın altın çağı
Osmanlı devrinde maden işçiliği, Sivas, Konya, Erzurum, Diyarbakır ve Tokat gibi başlıca merkezlerin yanı sıra Bursa, Edirne ve İstanbul’da da yapıldı. Ancak İstanbul, zamanla en önemli merkez haline geldi. 16. ve 17. yüzyıllarda yeni teknikler ve buluşlarla eşya çeşidinin çoğalması, sanatçıların iyi yetişmesi ve korunması, uygulanan motiflerin olgunluk dönemine ulaşması, maden sanatına zevk ve üstünlük sağladı. 18. yy. da ise, kakma sanatı altın dönemini yaşadı. Bu sanatla yoğrulan binlerce çeşit ürün, padişah saraylarını süslerken, ustalar, altın, gümüş ve bakır levhalara kazıdıkları imzalarının karşılığını fazlasıyla aldılar. Osmanlı döneminde meslek Enderun’da ve Kapalıçarşı’da ünleri imparatorluk sınırlarını aşan değerli ustalar tarafından öğretiliyordu. Sanat, 19. yy. yarısından sonra da duraklama sürecine girdi. Kakmacılık sanatı, Cumhuriyet dönemiyle birlikte diğer sanat dalları gibi kaybolmaya yüz tuttu. Bugün Kapalıçarşı ve civarındaki atölyelerde sayıları bir elin parmaklarını bile geçmeyen sanat aşıkları mesleği gelecek kuşaklara taşımak için çabalıyor.
Kakma Nasıl Yapılır?
Altın ya da gümüş gibi metal plaklar, metalde esnemeyi önleyen zifte ısıl işlemle yapıştırılır. Çok sayıda ve çeşitli şekillerde uçları olan çelik kalemlere, çekiçle binlerce defa vurularak metal levhanın yüzeyi kabartma desenlerle süslenir. Kakmacılığın tekniği budur. Kabartmalar, maden plakasına içten ve dıştan veya hem içten hem dıştan çelik kalemlere çekiçle vurularak, detaylar işlemek suretiyle elde edilir. Kakma sanatında tasarım büyük önem taşıyor. Tasarım yapılacak ürünün özelliğine göre şekilleniyor. Ön taslak çalışması hazırlanır ve müşteriyle yapılacak görüşme sonrasında detaylı tasarımlara geçiliyor. Detaylı tasarımlar tamamlanınca sıra uygulama tasarımına geliyor. Bundan sonra artık astarın çekilmesi, dövü, sıvama teknikleri kullanılır, form vermek için de kakma işlemi desenler kabartma teknikleri devreye giriyor. İşin desen ve kakma işlemi bittikten sonra işin sade kısmına geçiliyor. Kaynak kesiminde ise, parçalara bölünen ürünlerin birleştirilme işlemi yapılır. Sade işleminden sonra deyim yerindeyse makyajı, yaldız işlemi yapıldıktan sonra ürün müşteriye sunulur.
Kakma Sanatıyla Yapılan Ürünler
Kakmacılık sanatı, kabartma ve desenle yapıldığı için her türlü ürün yapılabiliyor. Ev eşyalarından ofis malzemelerine aklınıza gelen her şeyde uygulanabiliyor. Örneğin, takı, kurumsal hediyeler olarak adlandırılan kupalar , plaketler, mücevher kutusu, sigara kutusu, pipo kutusu, tepsiler, vazolar, çiçeklikler, leğen- ibrik, daha geleneksel ürünler olarak duvar aynaları, kısaca kakmacılık sanatıyla 45 ayrı dalda yüzlerce alt desenleriyle ürün yelpazesi binleri geçiyor.
alıntı adresi :http://www.ebediyyen.biz/showthread.php?t=8698Sedef Sanatı (sedefcilik) hakkında ansiklopedik bilgi
Sedefkârlar, ince marangozluk işleri yapan kişilerdi. Bunlar sedef, fildişi, kemik ve benzeri maddeleri ustaca kullanarak çeşitli eşyalar yaparlardı. Sedefçiler ise yalnızca sedefi işleyen kişilerdi. Yani sedefçiler zanaatçı, sedefkârlar ise sanatçı idi. Osmanlı Devletinde mimarlar ilk önce sedefkârlık eğitimi görür, sonra mimar olurlardı. Mimar Sinan ile mimar Mehmet Ağa da bu öğrenimi alıp mimar olan ünlü kişilerdi. Evliya Çelebi, 4. Murat döneminde sedefkârların 100 dükkân 500 kişi, pirlerinin ise Şuayb-Hindi olduğunu yazar. Sedef, renklerinin albenisi, işlenebilme özelliği ve gökkuşağının tüm renklerini yansıtmasıyla ilgi çekmiş, Sümerlerden beri çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. Sedefçilik doruk noktasına Osmanlı döneminde ulaşmış, en özgün örnekleri bu dönemde verilmiştir. Edirne’deki 2. Beyazıt Cami kapı kanatları, bir rivayete göre Fatih Sultan Mehmet’in som sedeften yapılan tabutu, 3. Murat’ın Ayasofya’daki türbesinin kapı kanatları, Sultan Ahmet Camii’nin pencere ve cümle kapılarının kanatları, Balıkesir’deki Zağanospaşa Camii’nin kapı kanatları, mimari yapılarda kullanılan sedef işçiliğinin en görkemli örneklerini oluşturmaktadır. =Tarihsel Sıralama= Tarihsel sıralamayla takip ettiğimizde ve yazılı kaynaklara baktığımızda,15.y.y’ da Topkapı Sarayı Müzesi’nde birçok sedefli eşya görmekteyiz. Müzenin 1505 tarihli hazine defterinde (1) sedefli eşyaların varlığı bildirilmektedir. Hatta Raht Hazinesine ait defterlerde sedefli eğer takımlarının kayıtlarına rastlamaktayız(2),fakat bu takımların üzülerek günümüze ulaşamadığını söylemeliyiz. 16.Y.Y ; Yavuz Sultan Selim’in türbe kapısı, Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Cami kapı ve pencere kanatları, Süleymaniye Cami kapı ve pencere kanatları,3. Murat’ın yatak odası kapı kanatları. Bu dönemde sarayda sedefkârların bir atölyesinin bulunduğunu ve sedefkârların burada geometri dersi okudukları da kaynaklarda yer almaktadır. Bu yüzyılda saray atölyesinden Mehmet Usta, Dalgıç Ahmet ve Mimar Mehmet Ağa yetişmiştir. 17.y.y; sedef sanatında değişik bir tarz ortaya çıkmıştır, geometrik şekiller yerini bitkisel motiflere bırakmış. Bu dönem eserleri, Sultan Ahmet Cami Revan ve Bağdat köşkleri, Valide Sultan Dairesi, Yeni Valide Cami, en güzel örneklerdir,1. Ahmet’in tahtı,4. Mehmet’e ait saltanat kayığı, güzel örneklerdendir. 19.y.y ve 20.y.y ; Avrupa barok ve rokoko tarzı mimariyi etkilemiş ahşap daha az kullanılmaya başlanmış, sedef işlemeli eserler azalmıştır. Bu dönem eserleri 2. Mahmut tuğralı çekmece, 2. Abdülhamit’e gönderilen hediyelerdir.20.y.y’ın ilk yarısına kadar devam eden sedef sanatı, bu dönemin en ünlü ismi Vasıf Ustanın 1940 da ölümüyle son bulmuş, Küçükyalılı İsmail usta ve Nerses Ustanın ölümüyle de bu dönemin son sedefkarları tarih sayfalarındaki yerini almıştır.
Vasıf Usta ;Cumhuriyet Döneminin ilk yıllarında yüzen bir sergi haline getirilen Karadeniz gemisi ile çıktığı Avrupa gezisi sırasında, bu vapurun bir kamarası, Atatürk tarafından kendisine, atölye olarak tahsis edilmiş ve bu yolculuk sırasında yaptığı çalışmalarda, çekmeceler, levhalar, çeşitli müzik aletleri yapmıştır. Vapurun geziye çıkmadan önce Atatürk tarafından da ziyaret edilmesi Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında sedef sanatı için önemlidir ve ilginçtir. Yaşamının son yıllarında Güzel Sanatlar Akademisinde görev yapmış, o dönemde yaptığı sedefli kapı yüzyılın son sedefçilik örneği olarak Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesine konmuştur. Günümüzde ise özel tercih ve çabalarla bazı sanatçılar tarafından sayılı çalışmalar devam etmekde, Salih Balakbabalar ve Zeki Kuşçuoğlu gibi hocalarımız tarafından akademik olarak da yaşatılmakta ve gelecek nesillere taşınmasında çaba ve gayretlerin son bulmadığını ispatı olmaktadır. =Teknik ve Malzemeler= Sedef Sanatı malzeme ve teknik açıdan ele alındığında ilk olarak sedefi incelemek gerekir. Sedef, sıcak denizlerin akıntılı sularında tuz, kireç ve fosfordan oluşan kalker bir maddedir. Sedef’in aslı, bilindiği gibi deniz yumuşakçalarının kabuklarıdır.Taşıdığı renge göre beyaz,arusek,çöp sedef gibi isimler alır. Çok çeşidi bulunmasına karşılık sedefçilikde yalnızca belirli özelliklere sahip olan sedefler kullanılmıştır. Sedefin bir sanat eserinde ya da süsleme olarak kullanılabilmesi için işlenebilir kalınlıkta olması, gökkuşağının renklerini yansıtması renklerin göz zevkine uyması gerekmektedir. Sedef işçiliğinde sedefle beraber birçok malzemede kullanılırdı Bu malzemelerin başında ağaçlar gelirdi, kakma yönteminde oyulmaya elverişli ceviz, yapıştırma tekniğinde ise hava değişiminden pek fazla etkilenmeyen ıhlamur ağacı kullanılırdı.Maun,abanoz ,pelesenk yine tercihler arasındaydı. İnce çıta ve kaplamaların çeşitli renklerde boyanmasından oluşan filetolar,bağa, fildişi ve kemikler de sedef işçiliğinin diğer malzemelerini oluştururdu. Sedefe şekil verirken kullanılan kıl testere, 1560 yılında saat zembereğinden eğe ile hazırlanan ince kıl testereler kullanılmasıyla ilk temellerini attı. Kıl testere bu sanatın en önemli aleti ve ustalık göstergesi oldu Sedefçilikte üç teknik kullanılırdı.
Gömme
Gömme tekniğinde önce sedeflenecek işin iskeleti hazırlanırdı. Bu iskelet için genellikle ceviz, abanoz ve meşe ağaçları seçilirdi. Kâğıt üzerine çizilen desen, ağaç üzerine aktarılması için tutkal yapıştırılır, koyu zemine çelik, açık zemine ise kurşun kalemle çizilirdi Sonra sedeflerin yerleri tespit edilir, bu yerler iki ya da üç m.m derinliğinde oyulurdu. Oyulan yere göre kesilen sedef sıcak tutkalla yapıştırılırdı. En iyi yapıştırıcı madde, istiridye kabuklarını iyice döverek ince bir toz haline getirdikten sonra bir tülbentten geçirip bu tozu yumurta akıyla macun haline getirerek elde edilirdi. Usta sanatçılar bu tür yapıştırıcı kullanırdı. Yapıştırmadan sonra kaba tesviye, tüm gömme işlemi tamamlandıktan sonra ise ince tesviye yapılırdı.
Kaplama
Kaplama tekniğinde masif ağacın üzeri kaplanır sonra bu kaplama üzerine süsleme uygulanırdı. Sedefin konacağı yerler ise boşaltılırdı. Bu tarzın en zor yanı ham süsleme malzemesinin inceltilmesi ve kaplama kalınlığına indirilmesiydi. Çoğunlukla aynalar ve çekmeceler bu teknikle yapılırdı.
Macunlama
Macunlama tekniğinde işlenmeyecek kadar küçük sedefler belirli bir zemine yerleştirilir, aralarında ki boşluklar ağaç tozu ve tutkal karıştırılarak yapılmış macunla doldurulurdu. Bundan sonra, önce sedefler görülünceye dek takozlu zımparayla kaba ve ince tesviye, ardından da cilalama işlemi yapılırdı. Sedef eşyalar yapıldıkları yöreye, yapım tekniğindeki kimi ayrıntıya ve motiflerine göre farklılıklar gösterir, Eser-i İstanbul, Şam işi, Viyana işi ve Kudüs işi olarak isimlendirilirdi. Bunlardan ilk ikisi tamamen Osmanlı karakteri taşırlar; gömme veya kaplama tekniğiyle hazırlanan “İstanbul işi” eserlerde; fildişi, bağa ve kemik gibi yardımcı unsurlar kullanılır. Bağanın altına ‘altın varak” yapıştırılır. Sedef ve diğer malzemenin daha ziyade geometrik biçimlerde kullanıldığı bir işçilik şeklidir.
( =Linkler= http://www.sanatmalzemeleri.com ) Sedeften yapılmış çalışmaların bulunduğu bir site.
SEDEF NERELERDE KULLANILIR?
Ceviz, abanoz, maun vb. ahşap yapıtların üzerine çeşitli formlarda açılan yuvalara, aynı biçimlerde kesilmiş sedefleri yapıştırarak gömme yoluyla yapılan süslemeye “sedef kakma” denir. Ahşabın üzerine sedefleri çeşitli motifler oluşturacak biçimde doğrudan yapıştırarak elde edilen bezemeyi “sedef kaplama” denir. İnsanoğlu bu cazip maddeyi herhalde ilk gördüğü andan itibaren kullanmış, güzellikler meydana getirerek, “sedefkârlık” denilen bir meslek oluşturmuş. Bu alandaki son büyük usta olan sedefkâr Vasıf, Sedefkarlığı “ahşap bezeme sanatı” olarak tanımlıyor. Sedefin daha çok ahşapla beraber kullanılması da bu tarifi doğruluyor. Biz de buna bir uygulama sanatı dersek yanlış olmaz herhalde. Çünkü elde, mevrut desen ile formlar vardır ve sedefkâr bunları sedefe uygular. Hattat yazıyı yazar, müzehhib deseni çizer. Sanatkara düşen, bunları bozmadan, kendi zevk unsurlarını da katarak işlemektir.
OSMANLI’ DA SEDEF NEDEN YAYGINDI
Sadece Osmanlıda değil, diğer bütün medeniyetlerde sedef vardı. Çünkü sedef çok fotojenik bir malzeme, sedeften yapılan bir eser insanı mutlu ediyor. İkincisi sedef denizden geliyor. Onun için mazisi temiz, altın gibi kirli değil. Dolayısıyla sedef hem diğer sanatlarda süsleme unsuru olarak hem de başlı başına bir malzeme olarak kullanılmıştır. Ahşabın yanında, altınla beraber, zümrüt, yakut, lal taşı gibi değerli taşlarla beraber hatta gümüşle beraber yan yana kullanıldığı zaman fotojenik bir görüntüsü olduğu için her yerde çok değişik şekillerde işlenebilir. Onun için benim sanatımı sorduklarında kuyumculuk ile marangozluk arasında bir iş diyorum. Bazen takı yapıyoruz bazen bir sarayın kapısını, bazen bir hocanın konuştuğu kürsüyü yapıyoruz, bazen insanların okuduğu Kur’an rahlesini…
Osmanlı ülkesinde bu sanat öylesine rağbet gördü ve gelişti ki; Kur’an mahfazalarından sultan kayıklarının köşklerine; yeniçeri yatağan kabzasından, hattatın hokka takımına; Çelebi’nin kavukluğundan, Hanımefendi’nin nalınına kadar hemen her yerde sedef kullanıldı. Öyle ki, Hocazade Saadeddin, Fatih Sultan Mehmed’in cenaze töreninden bahsederken, “Tabutun som sedeften yapılmış olduğunu” bildirmektedir (kanaatimizce burada “sedef kaplamalı” bir tabut tarif edilmektedir). 15. yüzyılda Topkapı Sarayı dâhilinde bir sedef atölyesi kurulduğu ve burada sedefçilik öğretildiği kaydedilir.
Sedefkârlık her şeyden önce bir “çizim, ölçü ve estetik sanatı” olduğundan mıdır bilinmez, saraydan yetişen ünlü mimarlardan pek çoğunun aynı zamanda bu sanatın ehli olduğunu görüyoruz. 16. ve 17. yüzyıllar, sedefli eşya kullanmanın İstanbul’da bir moda haline geldiği çağlardır. Ayrıca sedef, mimari unsurların süslemesine de alabildiğine girmiştir. Üçüncü Murad’ın Ayasofya Camii haziresindeki türbesinin kapı kanatlarına Dalgıç Ahmed Ağa; Sultanahmet Camii’nin pencere ve cümle kapısı kanatlarına da Mimar Mehmed Ağa gibi ünlü yapı ustaları tarafından sedef kakmalar yapılmıştır. Evliya Çelebi, Dördüncü Murad devri sedefkârlarından bahsederken şöyle diyor: “100 dükkân, 500 neferdürler. Pirleri Şuayb-i Hindi’dir…”
19. yüzyıla girerken, sedefkârlık geçmiş dönemlerdeki ilgiden yoksun kaldığı için giderek gerileyen bir sanat olmuştur. 19. yüzyılın sonunda, tıpkı sönmek üzere olan bir mumun son parıltısı gibi, sedefkârlık vadisinde iki ışığın parladığını görüyoruz: Sultan İkinci Abdülhamid ve Sedefkâr Vasıf (Sedef)…
Esaslı bir “ince marangoz” olan İkinci Abdulhamid, Yıldız Sarayı’nda kurduğu Sedefhane’de kendisi de bizzat çalışarak latif eserler vermiştir. Vasıf Hoca’ya gelince… 1876 Beşiktaş doğumlu bu sanatkâr, Mekteb-i Bahriye’nin Marangoz ve Oymacılık Bölümü’nden 22 yaşında mülazım (teğmen) rütbesiyle mezun olmuş; 1912 yılında, yani 36 yaşındayken binbaşı rütbesiyle emekliye ayrılarak Beşiktaş’ta açtığı atölyesinde çalışmaya başlamıştır. Türk sedefkârlığının literatüre geçen en son “mükemmel” eseri, Vasıf Sedef’in yaptığı, Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi’ndeki kapılardır.
1936 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki Şark Tezyinatı Şubesi’nde bir “Sedefkarlık kürsüsü” kurulmuş ve Vasıf Sedef bu kürsünün öğretim üyeliğine getirilmiş, ölümüne kadar (1940) bu görevini sürdürmüştür.
Sedefkarlık sanatını omuzlayıp 20. yüzyılın ortalarına doğru getirmeye çalışan Vasıf Hoca dan başka, bu sanatın son ustası, 1982 yılında kaybettiğimiz Nerses Semercioğlu’dur… Sedefçilik sanatını 1980’lerin başına kadar getiren son profesyonel kişi olan Nerses Semercioğlu, “yeniden keşfedilircesine” 1950’lerden sonra değer kazanmaya başlayan bu sanatla geçimini sürdürmüştür. Ancak günümüzde kendi çabası ile bu sanatı üst düzeyde icra eden birkaç ustanın da bulunduğunu söyleyebiliriz. Sedef işçiliği, Gömme (veya Kakma), Kaplama ve Macunlama teknikleri olmak üzere üç değişik tarzda yapıla gelmiştir. Ayrıca, sedef işçiliği, gerek motif özellikleri ve gerekse kullanım sahaları ve tarzları bakımından 4 ana grupta toplanmaktadır; Eser-i İstanbul, Şam işi, Viyana işi ve Kudüs işi… Bunlardan ilk ikisi tamamen Osmanlı karakteri taşırlar; gömme veya kaplama tekniğiyle hazırlanan “İstanbul işi” eserlerde; fildişi, bağa (kaplumbağa inceltilmişi) ve kemik gibi yardımcı unsurlar kullanılır. Bağanın altına ‘altın varak” yapıştırılır. Sedef ve diğer malzemenin daha ziyade geometrik biçimlerde kullanıldığı bir işçilik şeklidir.
Bir zamanlar Osmanlı Devleti’nin bir vilayeti otar Şam’da ortaya çıktığı için Şam işi olarak adlandırılan teknik de yine gömme (kakma) denilen tarzda hazırlanır. Şam işinde “taş sedef” dediğimiz kalın ve beyaz sedefin sadece bir yüzü düzeltilir; diğer yüzü kaba bırakılarak ağaca gömülür; sedefin çevresine 1 mm genişlik ve 1 mm derinlikte kurşun-kalay karışımı teller çakılır.
Viyana işi ise, “Boule” adı verilen metal kaplama tekniğinin yanında düzensiz olarak yerleştirilen sedef parçalarından meydana gelir. Daha ziyade, “arusek” ismi verilen veya “çöp” diye bildiğimiz renkli cins sedeflerin kullanıldığı yerler; masa, kanepe, komodin, büfe, ayna gibi eşyalardır.
Kudüs işine gelince… Bu teknik mobilyada veya diğer küçük eşyada kullanılan bir teknik değildir. Sedef kabuklar üzerine yapılan cami ve benzeri maketler, bitki ve hayvan motifleri olarak kendisini gösterir.
http://eskizdefteri.net/sedef-kakma-turk-susleme-sanati-t3188.html
SEDEFÇİLİK ( SEDEF KAKMA) VE SEDEFKARLIK
sedefçilik, ilk çağın en eski uygarlıklarında görülmekle birlikte, sedefin eşyada süs ögesi olarak uygulanışı çok sonradır. Her nekadar bazı kaynaklar Sümer Sanatında sedefin traş edilerek ahşaba uygulandığını, Uzak Doğu ve Güney Asya’da Hint Sanatında sedef süslemelere rastlandığını bildirirlerse de, sedefin en yaygın ve en gelişmiş şekliyle Türk-Osmanlı Sanatında görüldüğü bilinir.
İlk örneklerine 15. Yüzyıl sonlarında rastlanmış, Edirne’deki tek kubbeli Beyazıt II. Camiinin kapı kanatlarında görülen sedef işçiliğinin 16. Yüzyılda olgunluk devresine girdiği, kapı, pencere, dolap kanatları , kürsü, çekmece, Kur’an muhafazası, rahle, masa, koltuk, kanepe, sehpa gibi mobilyalar, silah kabzası, nalın, körük, tütün tabakası, kahve takımı vb. gibi tüm ahşap eşyada görülmüştür.
Osmanlı imparatorluğu döneminde geniş kullanım alanına sahip olan Sedef işçiliğinin, Enderunlu ustalarca yapılmış örneklerini günümüzde tarihi müzelerde görmek mümkün olup,hayranlıkla izlenecek bu eserlerde Sedefkârlık Sanatının incelikleri insanı asırlar arasında haz ile gezintiye götürür. Daha sonraları Suriye’de işlenmeye başlanan sedefin Gaziantep’e buradan geldiği ancak motiflerinde Selçuklu ve Osmanlı kültürünün korunduğu bilinmektedir. Çok kısa bir dönem de iskenderun(Hatay) da basit usulde sedef işçiliğinin yapıldığı bazı kaynaklarda yer almıştır. Gaziantep’te halen ve kendini yenileyerek sürdürülen bu sanatın, yaşayan kaynaklardan edinilen bilgiye göre, 1963 yılında başladığı bilinmektedir.
Gaziantep’te 54 sedef atölyesi olup, 55. Atölye Gaziantep Üniversitesi’nde, Gaziantep El Sanatlarını Koruma ve Geliştirme Merkezi’nde, 1992 yılında kurulmuştur.
Ceviz, maun, gül gibi sert ve dokusu sıkı ağaç tercih edilerek yapılan Sedef Kakmada , kurşun, kalay, gümüş ve alpaka tel , motiflerin çevresini süslemede kullanılır. Sedef ise, tatlı sudan çıkarılan istiridye kabuğudur. Sedef yerine yada sedef ilebirlikte boynuz, bağa, fildişi ve kemik de kullanılmaktadır.
Sedef işçiliği, ‘oyma’ ve ‘kakma’ usulü ile yapılır. Önce, ağaca, işlenecek motif çizilir.Keski adı verilen çelik uç ile, bu motifin çevresi keskilenerek açılan kanala tel yatırılır ve çekiç kullanılarak küçük darbelerle tel ağaca gömülür. (Telin zaman içinde kalkmamasını önlemek için, su ile iyice sıvılaştırılmış beyaz tutkalı işlenmiş tel üzerine sürmek yararlı olur.)
Aynı keski ile, çizilen motifin içi oyulur ve bu içi oyulmuş motifin şekline uygun olarak, sedef , iki parmak arasında (baş parmak ve işaret parmağı) sıkıca kavranarak, zımpara taşında şekillendirilir ve motifin içine, beyaz tutkal ve ağaç tozundan yapılmış macun ile yapıştırılır. (Motif içine yerleştirilecek sedefin, yerine düzgün oturması ve sonradan yapılacak tesfiyenin , sedefin parlak canlı kısmını yok ederek motifi bozmaması için, sedefin, şekillendirilmeden önce alt ve üst kısmının düzlenmesi gerekir.) Sedef yerleştirilmiş parça en az iki saat kurumaya bırakıldıktan sonra, ince eğe ve zımpara ile silinerek, pürüzsüz bır satıh elde edildikten sonra, ispirto içinde eritilmiş gomalak cila (bir çeşit reçine) ile parlatılır. Gomalak cilanın, sıkıştırılmış pamuk yumağına damlatılması ve hızlı, dairesel ritmik hareketle parça üzerinde cila kuruyana kadar cilalamanın devam ettirilmesi gerekir. Eğer, açık renk olan genç ceviz ağacı seçilmiş ve renginin koyulaştırılması isteniyorsa, ciladan önce, yapılmış parçaya asiti alınmış zeytinyağı sürülerek, güneşte bırakılır , kuruduktan sonra cila sürülür.
Sedef kakmacılıkta , genellikle, Selçuklu ve Osmanlı döneminde işlenen motiflere rastlanmakta olup, motiflerde geometrik desenler, çiçek, yaprak gibi doğadan alınmış naturel desenler ile, rumî, barok ve arabesk hakimiyeti görülür.
Sedef kakmacılık işine “Sedefkâri”, Sedef Kakma yapan ustaya “Sedefkâr” denilmektedir.
Bugün dış turizmde de geniş pazar bulmuş Sedef işçiliği, Türk Kültürünün Osmanlılara dayanan tarihi kökenini hafızalarda diri tutmayı başarmış zarif ve duygusal bir el sanatımızdır.
Sedefçilik, ilk çağın en eski uygarlıklarında görülmekle birlikte, sedefin eşyada süs ögesi olarak uygulanışı çok sonradır. Her nekadar bazı kaynaklar Sümer Sanatında sedefin traş edilerek ahşaba uygulandığını, Uzak Doğu ve Güney Asya’da Hint Sanatında sedef süslemelere rastlandığını bildirirlerse de, sedefin en yaygın ve en gelişmiş şekliyle Türk-Osmanlı Sanatında görüldüğü bilinir.
ilk örneklerine 15. Yüzyıl sonlarında rastlanmış, Edirne’deki tek kubbeli Beyazıt II. Camiinin kapı kanatlarında görülen sedef işçiliğinin 16. Yüzyılda olgunluk devresine girdiği, kapı, pencere, dolap kanatları , kürsü, çekmece, Kur’an muhafazası, rahle, masa, koltuk, kanepe, sehpa gibi mobilyalar, silah kabzası, nalın, körük, tütün tabakası, kahve takımı vb. gibi tüm ahşap eşyada görülmüştür.
Osmanlı imparatorluğu döneminde geniş kullanım alanına sahip olan Sedef işçiliğinin, Enderunlu ustalarca yapılmış örneklerini günümüzde tarihi müzelerde görmek mümkün olup,hayranlıkla izlenecek bu eserlerde Sedefkârlık Sanatının incelikleri insanı asırlar arasında haz ile gezintiye götürür. Daha sonraları Suriye’de işlenmeye başlanan sedefin Gaziantep’e buradan geldiği ancak motiflerinde Selçuklu ve Osmanlı kültürünün korunduğu bilinmektedir. Çok kısa bir dönem de iskenderun(Hatay) da basit usulde sedef işçiliğinin yapıldığı bazı kaynaklarda yer almıştır. Gaziantep’te halen ve kendini yenileyerek sürdürülen bu sanatın, yaşayan kaynaklardan edinilen bilgiye göre, 1963 yılında başladığı bilinmektedir..
Gaziantep’te 54 sedef atölyesi olup, 55. Atölye Gaziantep Üniversitesi’nde, Gaziantep El Sanatlarını Koruma ve Geliştirme Merkezi’nde, 1992 yılında kurulmuştur.
Ceviz, maun, gül gibi sert ve dokusu sıkı ağaç tercih edilerek yapılan Sedef Kakmada , kurşun, kalay, gümüş ve alpaka tel , motiflerin çevresini süslemede kullanılır. Sedef ise, tatlı sudan çıkarılan istiridye kabuğudur. Sedef yerine yada sedef ile birlikte boynuz, bağa, fildişi ve kemik de kullanılmaktadır.
Sedef işçiliği, ‘oyma’ ve ‘kakma’ usulü ile yapılır. Önce, ağaca, işlenecek motif çizilir.Keski adı verilen çelik uç ile, bu motifin çevresi keskilenerek açılan kanala tel yatırılır ve çekiç kullanılarak küçük darbelerle tel ağaca gömülür. (Telin zaman içinde kalkmamasını önlemek için, su ile iyice sıvılaştırılmış beyaz tutkalı işlenmiş tel üzerine sürmek yararlı olur.)
Aynı keski ile, çizilen motifin içi oyulur ve bu içi oyulmuş motifin şekline uygun olarak, sedef , iki parmak arasında (baş parmak ve işaret parmağı) sıkıca kavranarak,
zımpara taşında şekillendirilir ve motifin içine, beyaz tutkal ve ağaç tozundan yapılmış macun ile yapıştırılır. (Motif içine yerleştirilecek sedefin, yerine düzgün oturması ve sonradan yapılacak tesfiyenin , sedefin parlak canlı kısmını yok ederek motifi bozmamasıiçin, sedefin, şekillendirilmeden önce alt ve üst kısmının düzlenmesi gerekir.) Sedef yerleştirilmiş parça en az iki saat kurumaya bırakıldıktan sonra, ince eğe ve zımpara ile silinerek, pürüzsüz bır satıh elde edildikten sonra, ispirto içinde eritilmiş gomalak cila (bir çeşit reçine) ile parlatılır. Gomalak cilanın, sıkıştırılmış pamuk yumağına damlatılması ve hızlı, dairesel ritmik hareketle parça üzerinde cila kuruyana kadar cilalamanın devam ettirilmesi gerekir. Eğer, açık renk olan genç ceviz ağacı seçilmiş ve renginin koyulaştırılması isteniyorsa, ciladan önce, yapılmış parçaya asiti alınmış zeytinyağı sürülerek, güneşte bırakılır , kuruduktan sonra cila sürülür.
Sedef kakmacılıkta , genellikle, Selçuklu ve Osmanlı döneminde işlenen motiflere rastlanmakta olup, motiflerde geometrik desenler, çiçek, yaprak gibi doğadan alınmış naturel desenler ile, rumî, barok ve arabesk hakimiyeti görülür.
Sedef kakmacılık işine “Sedefkâri”, Sedef Kakma yapan ustaya “Sedefkâr” denilmektedir.
Bugün dış turizmde de geniş pazar bulmuş Sedef işçiliği, Türk Kültürünün Osmanlılara dayanan tarihi kökenini hafızalarda diri tutmayı başarmış zarif ve duygusal bir el sanatımızdır.
alıntı adresi:
http://www.baktabulum.com/guzel-sanatlar/83405-sedef-kakma-sanati.html